Cumartesi, Nisan 14, 2012


Haykıran sükûtlar vardır ki, ancak Allah işitir.

Pazar, Ocak 01, 2012

edip cansever

on kalır benden geriye dokuzdan önceki on 
dokuz değil on kalır 
on çiçek, on güneş, on haziran 
on eylül, on haziran 
on adam kalır benden, onu da 
bal gibi parlayan, kekik gibi bunalan 
on adam kalır. 

ne kalır ne kalır 
tuz gibi susayan, nane gibi yayılan 
dokuzu unutulmuş on yüz mu kalır 
onu da unutulmuş bir şiir belki kalır 
on çizik, on çentik, on dudak izi 
bir çay bardağında on dudak izi 
aşklardan sevgilerden 
suya yeni indirilmiş bir kayık gibi 
akıp geçmişsem, gidip gelmişsem 
bir de bu kalır. 

ne kalır benden geriye, benden sonrası kalır 
asıl bu kalır. 

on yerde adam geçse geçmese 
dağlardan tepelerden inen bir düzlüktüm, 
anlaşılır. 

aksam olur bir günden dibe çökerim 
su içer dibe çökerim 
iyimser bir duvarcıyım her gün bir tuğla 
düşürürüm elimden 
bu yüzden gecikirim 
size bu sıkıntı kalır. 

ne kalır 

kahvelere de kalın kalın kayısı vakti 
dişleri kesmeyenin en az kayısı vakti 
dişleri hiç kesmeyenden 
gün geçer kendi kalır 
kahvelerde kayısı. 

gezginim, açık denizlerden yanayım 
biraz da akdenizliyim, bu işte böyle kalır 
akdenizli herkes konuşur duyarlığını 
başka ne kalır 
biz ki bir konuşuruz geriye on şey kalır. 

ben buyum, dersin, arkadaş 
sevgilim ben buyum 
yüreğim vurgun, dişlerim altın 
ceketim sol omsuzumda 
vakit vakit incelen vakit.

Pazar, Aralık 04, 2011


Kafes, insana hürriyetin aksi bir intiba verir; oysa muhabbet kuşu, benim hâlime nazaran bunun  tam tersini ilham etti bana… Diyesim o ki:
— “Âlemde bâr olur hâlime bigâneler!”
Bâr: Yük… Yar?

Pazar, Kasım 27, 2011

Sezai Karakoç: Haksız bir düelloda öldürüldü!

Ve Türkiye'nin yetiştirdiği en büyük birkaç zekâdan biri olan şair, kitapları dışında hep susuyor. Kırk yıldır susuyor.
Rusya'yı, sanatı ve düşüncesiyle takip etmeyi her zaman ilginç buldum. Çünkü Türkiye'ye çok benziyor. Rusya'ya bakarken, bir yabancının gözüyle Türkiye'ye bakmanın ayrıcalığını yaşıyorsunuz. Tazelenmiş bir gözle bakmanınimkânlarına ulaşabiliyorsunuz. Onların yakın tarihine bakmak, ilginç bir "Karşılaştırılmış Tarih" bilinci uyandırıyor insanda.
Sonsuz bozkırlar, Rus yazarlara vaktiyle "nihilo"(hiç) kelimesini ilham etmişti (Turgenyev - Babalar ve Oğullar). Nihilizm, geleneksel yapıların tümüne karşı azgın ve isterik bir şüpheciliğin feryadı olarak burada doğdu. Ancak Rusya öteden beri, eşi benzeri görülmemiş bir fikri buhranın (Dostoyevski), romantik başkaldırının (Puşkin-Lermontov), kökten-yıkıcılığın (Bakunin-Kropotkin), din-dışı bilgeliğin (Tolstoy), kendini neşeyle yıkmanın (Gogol) da vatanıydı. Bir yüzyıl önce buhran derinin üstüne sızmaya ve iyice görünür olmaya başladığında, ona kısaca Ekim Devrimi dedik. Aslında buhran, manevi anlamda bu yıllarda da sürüyordu. İgor Stravinsky ve arkadaşları, yüzyılın başında "renkli" bir müzik icat edip, sesleri renklerle sembolize etmeyi denedikleri ilginç Rus piyanosunu orada icat etmişlerdi. David Burlyuk, Mayakovski ve arkadaşlarının başlattıkları keskin fütürizm orada başlamıştı
Peki, Rus modernleşmesi içinde Puşkin nasıl bir figür?
Puşkin, Petro'nun Petersburg'u baştan başa inşa ederek girdiği "Batılaşma" yolunu, Rus dilinde yürümüş büyük bir yazardı. "Çingeneler", "Yevgeni Onegin" gibi şiirlerin yazarı Puşkin, çok öyle görmeye alıştığımız şairlerden biri değildi. Şiirlerinin va'z ettiği safiyeti, yürekliliği yaşamındaküçümseyecek kadar sarp bir adamdı. Habeşli dedesinin hizmetçi olarak girdiği Saray'a karşı kavgasında onun iradesini hiçbir güç kıramıyordu. Sürülüyor, tehditle bastırılıyor, korkutuluyordu ama asla bir Dekabrist olmaktan, bir devrimci olmaktan vazgeçirilemiyordu. Onu tanımış bir Batılı yazar, "Puşkin'le konuşurken, Rus devletinin günlük kararnamelerini okuduğunuz hissine kapılıyorsunuz" demişti. Puşkin, Kafkasya'nın yalçın dağlarında dolaşırken, deli dolu akan Çerkes ırmaklarına dalıp şiir kurarken bile "dünyevi Rusya"nın seyrini takip etmekten geri durmuyordu. Onu, yaşamanın bütününe yayılan bir ateş kavuruyordu çünkü.
Saray, garip görünüşlü bir melez olan bu adamla baş edemeyeceğini anlamış olacak ki, en son çareye başvurup, onu danışıklı bir düelloda ortadan kaldırmak yolunu seçti. Saray'da çalışan bir Alman'ın subay oğlu, Puşkin'in karısına karşı saygısız bir davranış içine itildi. Puşkin'in adamı düelloya davet etmesi, rutin bir hareket gibi tereddütsüz ve ani oldu. Şair, düellonun yapılacağı saat yaklaşırken bile çalışma masasında oturmuş işlerine bakıyordu.
Düelloya gelince. Düello elbette ki olmadı. Subay, her korkağın yapacağı gibi zamanından önce arkasına döndü ve silahını ateşledi. Saf, dik yürekli, dik kafalı Puşkin ise yürümeye devam etti. Şimdi de, hâlâ, vaktinden evvel dönmeye tenezzül etmemiş, belki hiç dönmemeyi alçakgönüllü bir hayat tarzı olarak benimsemiş delikanlı şairlerin kalplerinde, öylece yürümeye devam ediyor.
Onun kazandığı düellonun doğasına dikkat etmek gerekiyor bugün. Puşkin, Romanovlar'ın Rusya'yı mahkûm ettiği açlık, sefalet ve yozlaşma karşısında, o adi düello kurşunu vücuduyla buluştuktan sonra bile, son birkaç dakika boyunca bile, dimdik durmuş ve yürümüştü.
Açlığın, sefaletin ve yozlaşmanın kol gezdiği memleketimizde, bilin bakalım otuz yıldır, kırk yıldır, sırtında üç-dört kurşunla sendeleyen ve yine de inatçı küçük adımlar atan şair kim? Onu haksız bir düelloda kaybeden bizler, kültürel yozlaşmanın, manevi "boşalmanın" ceremesini çekiyoruz. Sığ bir siyasete, tabak suratlı insanların bozuk Türkçeli saçma sapan sokak kavgalarına, salaş, loş, havasız ve tekinsiz dindarlıklarına, bön şımarıkların lüks, "laikçi" sorun edinme tarzlarına, silah tüccarlarının salyalı iştahlarına, siyaset diyoruz artık.

Sezai Karakoç : Kalp yumşadıkça sağlamlaşır.

Ehliye helâldır , naehle haram


Edip HARABİ Ey Zahit Şaraba Eyle İhtiram


Ey zahit şaraba eyle ihtiram
İnsan ol cihanda bu dünya fani
Ehliye helâldır , naehle haram
Biz içeriz bize yoktur vebali.

Sevap almak için içeriz şarap 

İçmezsek oluruz düçar-ı azap
Senin aklın ermez bu başka hesap
Meyhanede bulduk biz bu kemali.

Kandil geceleri kandil oluruz 

Kandilin içinde fitil oluruz
Hakkı göstermeye delil oluruz
Fakat kör olanlar görmez bu hali.

Sen münkirsin sana haramdır bade 

Bekle ki içesin öbür dünyada
Bahs açma Harab-i bundan ziyade
Çünkü bilmez haram ile helali.

Pazartesi, Haziran 06, 2011

“Savaştığımız iki cephe var. İlki kariyerimiz ve diğeri de Filistin’de barış, işgâlin sona ermesi”.


Filistinli ud nağmeleri dünyaya yayılıyor...
Dört nesildir ud çalmak ve ud yapımı ile uğraşan bir ailenin çocukları olarak doğan Nasıralı üç kardeş Samir, Wissam ve Adnan Joubran, Le Trio Joubran (“Joubran Üçlüsü”) adlı gruplarıyla, Filistin ud geleneğini yaşatmak ve yeni zirvelere çıkarmak için çabalıyorlar...

Uda gönül vermiş Nasıralı üç kardeş
Müzik kariyerine ilk başlayan kardeşlerin en büyüğü Samir olmuş. Sonraki kardeşleri gibi İsa’nın kenti Nasıra’da doğmuş olan Samir, daha küçük yaşlarda babası sayesinde ud ile tanışmış. Müzik eğitimine Nasıra Müzik Enstitüsü’nde başladıktan sonra Kahire Muhammed Abdul Vahhab Konservatuvarı’nda devam etmiş. Müziğe olan yetisi onu kısa sayılabilecek bir sürede uluslararası çapta bilinen ve saygı duyulan bir müzisyen hâline getirmiş. Küçük kardeşler Wissam ve Adnan ise babalarının yanı sıra büyük abilerinin de yetisinden ve teşviğinden pek etkilenmişler; Nasıra konservatuvarında keman dersleri olan Wissam’a udu sevdiren, ud çalarken dinlediği abisi Samir.

Nitekim uda olan ilgisi iyice artınca babası ve abisi ona bu dalda yetisini geliştirebilmesi için yardımcı olmaya başlamışlar. Udun dışında tiyatroya da ilgisi ve yetisi olan Wissam, küçük yaşlarda Muzaffer el-Navab’ın hayatını anlatan bir tiyatro oyununda da rol alır. En küçük kardeş Adnan’ın da uda uzanan yolu farklı bir enstrümanla ve tarz ile başlar; perküsyon. Yine de henüz çocukluğunda gönlüne konan perküsyonun yerini yaşı ilerledikçe ud alır; ud çalmayı abilerinden öğrendikten sonra babasının ve abilerinin teşvikleri sonucu ud kariyerine resmen başlar.

Filistin’den Paris’e bir “üçlü”
Bir üçlü olarak, bir grup olarak sahneye çıkmaları, “Le Trio Joubran” olmaları 2004 yılında gerçekleşiyor. Aslında Joubran kardeşler çok küçük yaşlardan beri birlikte çalmaya, ortaklaşa gösterilere katılmaya alışıklar; örneğin henüz çocuk yaşlarda Wissam abisi Samir’e birçok sanatsal gösterisinde eşlik etmiş. Kardeşlerin içerisinden müzik kariyeri ile ilk önce öne çıkan Samir, oldukça beğeni ile karşılanan “Taqaseem” (1996) ve “Sou’fahm” (2001) adlı ilk iki albümü sonrası çıkaracağı üçüncü albümünde dinamiklerine ve birlikte başarılarına güvendiği kardeşi Wissam’ı da davet eder. İki kardeşin düetlerinin bulunduğu Samir’in üçüncü albümü “Tamaas” 2003’te piyasaya çıkar ve oldukça olumlu tepkilerle karşılaşır. Gerek albümün başarısı, gerekse kardeşleri ile olan ahengi Samir’in aklına bir “üçlü” fikrinin tohumu eker. Bu şekilde 2004 Ağustos ayında, Paris’te “Le Trio Joubran” ortaya çıkar.

Dünya çapında ses getiren bir müzik
Grup kurulur kurulmaz albüm hazırlıklarına başlar, ilk albümleri olan “Randana” 2005 yılında piyasaya çıkar. “Ranna” (“tınlama”) ve “Dandana” (“mırıltı”) sözcüklerinin bileşiminden oluşan ismiyle Randana biraz da ud alanında oldukça özgün bir çalışma olduğu için grubun ilgi görmesine sebep olmuş. Grup ikinci albümleri olan “Majâz”ı ise 2007 de çıkarırlar; bu albüm aynı zamanda Nassim Amaouche imzalı Fransız filmi “Adieu Gary” (“Elveda Gary”) adlı filmin soundtrack’i olarak da kullanılmış ve oldukça beğeni toplamış. Nitekim grup 6. Dubai Uluslararası Film Festivali’nde “Adieu Gary”deki çalışmaları sayesinde “En İyi Besteci Ödülü”ne de lâyık görülmüş.

Filistin için sanat, sanat için Filistin
Ud gibi klasik bir enstrümanı çağdaş zevk ve ritimlerle buluşturan Le Trio Joubran salt sanatçı kimliklerini ön plana koyup Filistinli kimliklerini unutan veya Filistinli kimliklerini ön plana koyarak sanatçı kimliklerini yoksayan bir grup değil. Filistin grubun yaptığı müziğe teknik bir şekilde etki ettiği gibi, sanatçı kimliklerine ve müzik alanındaki çabalarına da genel olarak etki ediyor. Bunun en güzel özetini, grubun kurucusu sayılabilecek en büyük abi Samir veriyor:
“Savaştığımız iki cephe var. İlki kariyerimiz ve diğeri de Filistin’de barış, işgâlin sona ermesi”.

Pazar, Nisan 17, 2011

AşK nasip işidir,hesap işi değil!. AşK adayıştır,arayış değil!. Sen adanmışsan ve yanmışsan bu uğurda, aşk seni bulmaya gelir..!